15 Aralık 2011 Perşembe

Ekonomik kriz tıbbi ürünlerin temininde sorunlara yol açabilir mi?

Doğu Asya'da 1997-1998 yıllarında yaşanan ekonomik kriz sonrasında hastalık bildirimlerinde artış yaşanmasına karşın modern sağlık hizmetlerinin kullanımının %25 oranında azaldığı bildirildi.

Yapılan çalışmada Endonezya'da ekonomik krizin sağlık üzerine önemli etkilerinin olduğu sonucuna ulaşıldı. Tıbbi ürünlerin %60-80'inin ithalatla sağlandığı Endonezya'da kriz döneminde ekonomik etkilerin bir sonucu olarak 6 aylık dönemde (Ekim, 1997-Mart,1998) antibiyotiklerin fiyatının 2 katına çıktığı görüldü.

Kaynak:
http://heapol.oxfordjournals.org/content/18/2/172.full.pdf+html

Ekonomik kriz hastalık sıklıklarını nasıl etkileyebilir?

Kore'de 1995-1998 yıllarında ekonomik krizin sağlık üzerine etkisini değerlendirme amacıyla yürütülen bir çalışmada kriz dönemlerinde hastalıklarda artış görüldüğü sonucuna ulaşıldı. Buna göre kriz döneminde kronik hastalıklara bağlı hastalanmanın %27.1, akut hastalıkların da %9.5 oranında arttığı sonucuna ulaşıldı. Aynı dönemde ayaktan sağlık hizmetlerinden faydalanmanın %15.1, yataklı sağlık hizmetlerinden faydalanmanın ise %5.2 oranında azaldığı görüldü (1).

Ayrıca besin fiyatlarındaki yükselmenin beslenme sorunlarına yol açarak bulaşıcı hastalıkların sıklıklarında artışa neden olabileceği belirtilmektedir. Beslenme sorunları bulaşcı hastalıkların daha ağır geçmesine neden olabilir ve aşların etkinliğinin azalmasına neden olabilir. Ekonomik kriz dönemlerinde artan stresse bağlı olarak mental sorunlarda artış görülebilir. Endonezya'da 1998-1999 yıllarında bazı toplum kesimlerinde ekonomik kriz nedeniyle çocukların beslenme durumu oldukça kötüleşmişti (2).

Kaynak:
1) http://www.who.int/bulletin/volumes/81/8/Kim0803.pdf
2) HEALTH POLICY AND PLANNING; 18(2): 172–181 doi: 10.1093/heapol/czg022 The impact of the 1997–98 East Asian economic crisis on health and health care in Indonesia.

Ekonomik kriz bebek ölümlerini arttırabilir mi?


Peru'da 1988-1992 yıllarında derin ekonomik kriz sonrasında yapılan bir çalışmada bebek ölümlerinin arttığı belirtildi. Buna göre Peru'da ekonomik krize bağlı yokluk dönemi olan 1989 sonu ve 1990 yılında doğan bebeklerde ölüm hızının %2.5 oranında arttığı sonucuna ulaşıldı. Ayrıca bu dönemde ekonomik krizin çocukların beslenme durumunu da olumsuz etkilediği ve 1992 yılında krizden etkilenen 6 yaş altı çocukların 1996-2000 yılındaki yaşıtlarına göre daha kısa boylu oldukları görüldü (1).

Endonezya'da 1997-1998 yıllarında ciddi hastalık sıklığında kırsal bölgelerde %14.4, kentsel bölgelerde ise %21.4 oranında artış görüldüğü bildirildi (2).

Kaynak:
1) http://www-wds.worldbank.org/servlet/WDSContentServer/WDSP/IB/2004/05/03/000009486_20040503173029/Rendered/PDF/wps3260child.pdf
2) The impact of the 1997–98 East Asian economic crisis on health and health care in Indonesia. HEALTH POLICY AND PLANNING; 18(2): 172–181

Ekonomik kriz sağlığı nasıl etkileyebilir?

Ekonomik kriz sağlığı 4 şekilde etkileyebileceği belirtilmektedir.

1) Ailelerin gelirlerinin azalması
Ekonomik kriz sırasında ailelerin gelirlerinin azalması özellikle yaşlılarda ve dar gelirlilerde beslenme sorunlarına neden olabilmektedir. Ayrıca cepten harcamaların azalması da bu yolla karşılanan sağlık hizmetlerine ulaşımın etkilenmesine neden olabilir. Ekonomik kriz dönemlerinde tıbbi ürünlerin fiyatlarında yaşanan önemli artışlar durumunda bu etki daha büyük olmaktadır.

2) Sağlığa ayrılan kamu kaynaklarının azalması
Ekonomik kriz dönemlerinde sağlığa ayrılan kamu kaynaklaında azalma sonrasında toplum sağlığı üzerinde olumsuz etkiler ortaya çıkabilmektedir. Kriz dönemlerinde istihdmın azalması sonucunda daha önce sosyal güvence kapsamında çalışan kişilerin güvence dışına çıkması söz konusu olabilmektedir. Ayrıca günümüzde sağlık harcamaları ülkelerin kamu harcamalarının önemli bir bileşeninin oluşturmaktadır. Kriz dönemlerinde sosyal güvence kapsamı dışında kalan kişilerin sağlık giderlerinin de kamu kaynaklarından karşılanmaya başlanması kamu sağlık bütçe açıklarının artmasına neden olabilmektedir.

3) Aile üylerinin çalışmaya yönelmesi
Ekonomik kriz dönemlerinde ailelerin gelirlerini arttırmak amacıyla çalışan bireylerin sayısında da artış gözlenebilmektedir.   Bu dönemde çocuklar, yaşlılar ve kadınlar işgücü olarak ortaya çıkabilmekte ve informal sektördeki çalışma koşullar nedeniyle bu kişilerin sağlıkları olumsuz etkilenebilmektedir. Bu dönemde  çalışma ve işsiz kalma riskine bağlı stersin artmasının da işle ilişkili sağlık sorunlarında artışa neden olabildiği belirtilmektedir.

4) Aile üyelerine destek mekanizmalarının azalması
Ekonomik kriz dönemlerinde daha önce ev dışında çalışmayan aile üyelerinin işgücü piyasasına girmek zorunda kalması evde aile içi bakımve destek hizmetlerinin de olumsuz ekilenmesine neden olabilmektedir. Bu durumda özellikle kamusal hizmetlerin yeterli düzeyde olmaması nedeniyle yaşlıların ve çocukların bakım sorunları ortaya çıkabilmekte ve buna bağlı sağlık sorunlarında artış yaşanabilmektedir.

Kaynak:
http://www.nber.org/papers/w7746.pdf?new_window=1

Meksika'da ekonomik krizin sağlığa etkisi

1980'li ve 1990'lı yıllarda yaşanan geniş kapsamlı 4 ekonomik kriz sırasında ölümlüğün arttığı sonucuna ulaşıldı. 1995-1996'lı yılların sonlarında kriz öncesine göre toplumdaki ölüm hızının %5-7 oranında arttığı bildirildi. Ölümlülüğün atmasının ise toplumda gelirin düşmesi ve sağlık sistemindeki tıkanıklıklardan kaynaklandığı sonucuna ulaşıldı.

Meksika'da 1976, 1982, 1987 ve 1994 yıllarında geniş kapsamlı ekonomik krizler yaşanmıştı. Birçok Latin Amerika ülkesinde 1980 ve 1990'lı yıllarda finansal krizler yaşanmıştı. Bu ülkelerde yaşanan ekonomik krizler, gençler, yaşlılar ve yoksullar gibi duyarlı grupların çok olması nedeniyle sağlık alanında önemli etkilere sahip oldular.

9 Aralık 2011 Cuma

Andrew Nikiforuk'a göre salgın hastalıkların sosyal nedenleri

Andrew Nikiforuk'a göre mikroplar harekete geçtiğinde bunun nedeni çoğunlukla uygarlıklardaki büyük çalkantılara gösterdikleri tepki olmuştur. Bunun ilk örneğini neolitik devrimle birlikte tarımsal faaliyetin yaygınlaşması oluşturdu. Toprağı süren ve hayvanları evcilleşiren insanlar daha önce karşlaşmadıkları bireniçok yeni mikropla karşılaştılar. Tarım her türlü virüsü, bakteriyi ve mantarı insanların bahçelerinde bir araya getirerek ortak bir hastalık pazarı oluşturdu. Toprağın sürekli olarak sürülmeye başlanması ve ormanların yok edilmesi sonucunda fareler, sıçanar, keneler, pireler ve sivrisinekler insanlarla daha yakın bir yaşam oluşturmaya başladılar. Uygarlık sürecinin bu özelliğinin bir sonucu olarak kendilerine özgü çözümlerin üretilmesini gerektiren veba, tifüs, sıtma gibi toplumsal sağlık sorunları da yaygınlaşmaya başladı. Nikiforuk'a göre uygarlık serüveni, gerçekte, insan ekonomisi ile sağlığındaki değişikliklerin, anormal koşulları ve birçok hastalığı nasıl yarattığının hikayesidir.

Buna göre Ortaçağ toplumu, kalabalık Avrupa ailesini sefalet ve kıtlıkla tanıştırarak veba felaketinin hazırlanmasını sağlamıştır. 14. Yüzyıl'da Avrupalıları bir deri bir kemiğe döndüren kıtlıklar yine Ortaçağ'ın kapanmasına kadar süren veba salgınlarının nedeni olmuştur. Aztek ve İnka uygarlıklarının ortadan kalkmasının nedenlerinden biri olarak gösterilen çiçek salgını Yenidünya'nın Eskidünya kaşifleri tarafından keşfedilmesinin bir sonucu olmuştur. 16. Yüzyıl'dan sonra Avrupa'yı etkilemeye başlayan frengi felaketinin ortaya çıkmasında evliliğin geç yaşlara ertelnmesini gerektiren sosyal sorunların önemli bir etkisi olmuştur. 18. ve 19. yüzyılarda toplumu etkileyen beyaz veba tüberküloz ise bir yoruma göre kapitalist toplumun insafsız emek sömürüsü nedeniyle ödemek zorunda kalınan ilk kefaret olmuştur.      

8 Aralık 2011 Perşembe

2007 krizinin Batı ülkelerinde sağlık üzerine etkisi

2007 krizinden sonra yapılan bir araştırmada ABD'lilerin %26.5'i, Kanadalıların %6.5'i, İngilizlerin %10.3'ü, Fransızların %12'si rutin sağlık hizmetlerini kullanımının azaldığını belirtmiştir. Kriz sonrası sağlık hizmeti kullanımın en fazla olduğu ülkenin ABD olması ise bu ülkede hizmetler sırasında yapılan cepten ödemelerin yüksek düzeyde olmasına bağlanmaktadır.

Kriz sonrasında aileleri bir azn servetlerinde de azalmalar meydana geldi. ABD'lilerin %55'i kriz sonrası mal varlığında bir azalma olduğunu belirtirken, %20'si ise mal varlığındaki azalmanın %30 ya da üzerinde olduğunu belirtti. İngiltere, Kanada, Fransa ve Almanya'da mal varlığında azalma olduğunu bildirenlerin oranı %45 ile %34 arasında değişmekteydi.

Kriz sırasında işsizlik oranlarında da belirgin bir artış gerçekleşti. Kriz sırasında işsiz olduğunu ve iş aradığını belirten kişilerin oranı Almanya'da %14.4, ABD'de %13.8, Fransa'da %10.1, İngiltere'de ise %6.6 olarak gerçekleşti.

Kaynak:

The Economic Crisis and Medical Care Usage http://www.hbs.edu/research/pdf/10-079.pdf

Asya'da finansal krizin sağlık üzerine etkileri

Uzak Asya'da 1990'lı yılların sonlarında yaşanan ekonomik kriz sonrasında hanehalkı gelirlerinde azalma ile besin ve besin desteklerinin fiyatlarındaki artma beslenme sorunlarının ana nedenleri arasında yer aldı. Besin fiyatları Endonezya ve Tayland'da önemli ölçüde arttı. Filipinler'de en keskin yükselme 1998 ve 1999 yıllarında yaşandı. Lao'da 1996-1999 yılları arasında besin fiyatları 5 ila 10 kat artı.

Bu artışlar sonrasında özellikleri çocukları etkileyen mikro-besin öğelerinin alımında azalma, kalori alımının azalması ve anne sütü ile beslenen bebeklerin azalması söz konusu oldu. Bebeklerin anne sütü ile beslenmesindeki azalmanın olası nedenlerini ise annelerin diyetlerinin daha az besleyici özellikte olması ya da daha fazla çalışmak zorunda kalmaları oluşturdu.

Bu dönemde Tayland'da gebelerde kansızlığı daha sık görülmeye başlandığı bildirildi. Endonezya'da çocuklarda ve üreme çağındaki kadınlarda özellikle A vitamini olmak üzere mikrobesin öğeleri eksikliklerinin ve yoksul kadınlarda da aşırı zayıflığın daha sık görülmesi söz konusu oldu.

Ekonomik kriz döneminde toplum sağlığına yönelik programların da olumsuz etkilenmesi söz konusu oldu. Filipinler'de cinsel yolla bulaşan hastalıklar / HIV-AIDS, ilaç tedarik edilmesi ve ana-çocuk sağlığı programları gibi toplum sağlığı programlarının bütçe aktarımlarında kesintiler ya da gecikmelerin yaşanması söz konusu oldu. Tayland'da 1997-1998 yıllarında üreme sağlığı programlarında önemli kesintiler yapıldı, 1998 yılında HIV/AIDS programının bütçesi %24.7 oranında azaldı. Endonezya'da 1999 yılında HIV/AIDS bütçesi %50 oranında azaltıldı. Vietnam'da 1998 yılında yerel hükümetlerin kişi başına sağlık bütçelerinde %10 düşme meydana geldi. Lao'da 1998 yılında aşılama oranlarında hafif bir düşüş meydana geldi. Benzer şekilde 1997 yılının sonuna kadar ilaçların maliyetlerinin %40 oranında arttığı görüldü.  
 
Kaynak:
Impact of the Asian Financial Crisis on Health. http://www.ausaid.gov.au/publications/pdf/health_exec_sum.pdf

7 Aralık 2011 Çarşamba

İşsizlik ortalama yaşam süresini kısaltıyor

Macaristan'da yürütülen bir araştırmada işsizliğin beklenen yaşam süresini kısalttığı sonucuna ulaşıldı. Buna göre 1990'lı yılların başlarında Macaristan'da iş piyasasında istihdam oranlarının düştüğü ve işsizliğin hızlı bir şekilde arttığı dönemde ölüm hızının da en yüksek düzeyine ulaştığı görüldü. İşsizlik oranının %12.1 ile en yüksek düzeye ulaştığı 1993 yılında ölüm hızının %14.6 ile en yüksek düzeye çıktığı görüldü ve beklenen yaşam süresi 69.2 ile en düşük düzeye geriledi.

1990'lı yıllardan sonra kapitalizmin gelişmesi ile birlikte ülke içindeki eşitsizliklerin de arttığı ve ekonomik sorunların özellikle ülkenin doğusunda ve kırsal bölgelerde daha yoğun olarak ortaya çıktığı görüldü.

Kaynak:
http://www.hindawi.com/journals/ijpr/2011/130318/

Global finansal krizin yaşlıların psikolojik sağlığı üzerine etkisi

Çalışmada yaş ortalaması 66.6 olan 1973 Avusturyalı yaşlı kişinin global finansal kriz öncesinde ve sonrasında 4 yıl boyunca sağlık durumu ve psikolojik işlevlerinin (depresif ve anksiyete semptomu) durumu karşılaştırıldı. Yapılan analiz sonucunda global ekonomik kriz sonrasında ve krizin etkisiyle açıklanabilecek şekilde yaşlılarda depresyon ve anksiyete bulgularının anlamlı bir şekilde daha fazla ortaya çıktığı belirlendi.

Çalışmada ekonomik kriz dönemlerinde yaşlı kişilerin kötü sağlık durumu açısından duyarlı bir grubu oluşturduğu sonucuna ulaşıldı.


Kaynak:

HIV enfeksiyonu Avrupa'da kontrol altında değil

Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölge Ofisi'nin verilerine göre 2010 yılında 53 ülkeden oluşan Avrupa bölgesinde 118.000 yeni HIV enfeksiyonu olgusu tespit edildi. Bu veriler etkili tedavi yöntemlerinin geliştirilmiş olmasına karşın, HIV/AIDS'in Asya ve Afrika bölgelerinin yanı sıra Avrupa bölgesinde de kontrol altına alınamadığını gösteriyor.

Sağlığı Koruma Kurumu'nun dünya AIDS günü nedeniyle yaptığı açıklamada 2010 yılında 6660 yeni tanı HIV infeksiyonunun bildirildiği İngiltere'nin de Estonya ve Letonya'nın ardından hastalığın en çok görüldüğü ülkeler arasında yer aldığı belirtildi.

Kaynak:
http://www.bmj.com/content/343/bmj.d7848

Ekonomik kriz Yunanistan'da sağlığı olumsuz etkiliyor

Yunanistan'da ekonomik krizin toplum sağlığı üzerine olumsuz etkileri ortaya çıkmaya başladığı belirtiliyor. Ekonomik kriz sonrasında orta gelirli kişilerin sağlık giderlerini karşılama güçlükleri, koruyucu sağlık hizmetlerine ulaşma konusunda ortaya çıkan engeller, HIV ve cinsel yolla bulaşan hastalıklarda görülen artış ve yaşamını kötü bir şekilde yitiren kişiler bu etkilerin bir bölümü olarak ortaya çıkıyor.

Sağlık hizmetine ulaşım zorlaştı

Yapılan çalışmalara göregerekli olmasına rağmen doktor ya da dişçiye gitmediğini belirten kişilerin sayısının  kriz öncesi 2007 yılı ile karşılaştırıldığında 2009 yılında %15 arttığı sonucuna ulaşıldı. Ayrıca çalışmada sağlık durumunu kötü ya da çok kötü olarak değerlendiren kişilerin oranının %14 oranında arttığı görüldü. Çalışmanın verilerine göre intihar sıklığı da 2009 yılında 2007 yılına göre %17 artış gösterdi. Ulusal intihar danışma hattı verilerine göre 2010 yılında başvuranların %25'inin mali sorunlar yaşadığı belirtildi.

Uyuşturucu kullanımı, şiddet ve bulaşıcı hastalıklarda artış

Ekonomik  kriz sonrasında şiddetin de arttığı görüldü ve cinayet ve hırsızlık olgularının 2009 yılında, 2007 yılında görülenin 2 katına çıktığı  görüldü. Ekonomik kriz sonrasında 2010 yılında, 2009 yılı verilerine göre HIV hastalığının da %52 arttığı görüldü. HIV enfeksiyon sıklığındaki artışın yaklaşık yarısının ise damar içi ilaç kullananlardaki artıştan kaynaklandığı tahmin ediliyor. 2011 yılının ilk 6 ayında, 2010 yılının ilk 6 ayına göre damar içi ilaç kullananlarda yeni enfeksiyon sıklığının 10 kat arttığı görüldü. Yunanistan İlaç Kullanım ve Raporlama Merkezi verilerine göre eroin kullanım sıklığının da ekonomik kriz sonrası 2009 yılında %20 oranında arttığı görüldü.

Kaynak:
http://www.thelancet.com/journals/lancet/article/PIIS0140-6736(11)61556-0/fulltext

6 Aralık 2011 Salı

Sağlığa etkili davranışların ana belirleyicisi sosyoekonomik durum

Journal of the American Dietetic Association Dergisi'ndeyayınlanan bir araştırmada 4300 kişiye ilişkin verilerin analizi sonucunda sağlığa etkili davranışların ana belirleyicisinin sosyoekonomik durum olduğu sonucuna ulaşıldı.

Araştırmacılar düşük sosyo-ekonomik durumun ırk ve etnik yapıdan bağımsız olarak fazla kilolu olmaya neden olduğu sonucuna ulaştı. Ayrıca çalışmada beslenme bilgi düzeyi ve sağlık farkındalığının ırka bağlı beslenme ve ağırlık farklılığıyla ilişkili olmadığı sonucuna ulaşıldı.

Kaynak için lütfen http://www.nlm.nih.gov/medlineplus/news/fullstory_119323.html tıklayınız.

22 Kasım 2011 Salı

İşsizlik psikolojik durumu olumsuz etkiliyor

1980'li yıllarda ABD'de yapılan bir araştırmada somatizasyon, depresyon v anksiyetenin işsizlerde işi olan kişilere göre daha fazla görüldüğü saptandı. Ayrıca çalışmada benzer sayıda hastalık tanısı konulsa bile işsizlerin, iş sahibi olanlara göre daha sık doktor muayenesine gittikeri, daha fazla ilaç kullandıkları ve daha fazla hasta olarak yattıkları görüldü. 

Kaynak: http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1646287/

Almanya’da işsizlik hastalık yapıyor

 

Almanya’da yapılan bir araştırma işsiz insanların çeşitli maddi ve psikolojik sorunların yanı sıra hastalıklara da iş sahibi insanlara oranla daha fazla maruz kaldıklarını ortaya koydu

Almanya’nın tıbbı malzemeler atlasının çıkarıldığı bir araştırmaya göre, ülkedeki işsizliğin  yüksek olduğu bölgelerde şişmanlığın, kalp ve şeker hastalığının arttığı ortaya çıktı. Ayrıca işsizlerin çalışanlara göre daha fazla ilaç kullandığı da tespit edildi.

Araştırmayla ilgili bir değerlendirme yapan Sağlık Araştırmaları Enstitüsü (IGES) yetkililerinden Bertham Haeussler, “İşsizlik insanı kalp hastası yapıyor” şeklinde konuştu. İş bulamayanların psikolojilerinin bozulduğunu ve aşırı derecede stres altında kaldıklarını vurgulayan Haussler, “Bu durumda olan işsizler sürekli evde oturdukları ve çok az hareket ettikleri için genellikle bu tür hastalıklara yakalanıyorlar” tespitini yaptı. İşsizlerin sağlık harcamalarının çalışanlara göre daha yüksek olduğunu da belirten sağlık uzmanı, bunun sadece işsiz için değil, ülke ekonomisi için de önemli zararlara neden olduğunu söyledi. İşsizliğin yüksek olduğu Mecklenburg-Vorpommern eyaletinden örnek veren sağlık uzmanı, buralardaki ölümlerin yüzde 52’sinin yüksek tansiyona bağlı kalp hastalıkları olduğunu aktardı. Sağlık uzmanı normal şartlarda bu oranın yüzde 32 civarında olması gerektiğine de dikkat çekti.

19 Kasım 2011 Cumartesi

Neo-liberal ruh sağlığı yaklaşımı

Küreselleşme, neoliberal ekonomi ve sağlığın kamu hizmeti olmaktan çıkarılması sürecinden en çok etkilenen alanların başında ruh sağlığı gelmektedir. Bu etkinin bir yönü yaşamın psikiyatrize edilmesi şeklinde ortaya çıkarken, diğer yönü ise ruh sağlığı hizmetlerinin kamusal niteliğinin çökmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Yaşamın psikiyatrize edilmesi

Ruh sağlığı ve hastalıklarının özgül özellikleri, tanı süreci ve araçlarının öznelliği nedeniyle belirsizliklere çok daha dayanıksız, sınırlarının genişlemesine çok daha yatkın bir alan olduğu belirtilmektedir. Endüstriyel etkiler altında ruh sağlığı ölçütlerinin giderek artan bir hızda bulanıklaşması, psikiyatrik hastalıkların sınırlarını genişletirken, hayatın her türlü sorununun ‘psikiyatrize’ edilmesine yol açmaya başlanmıştır. 1952 yılında yayımlanan ilk DSM’de 106 kategori varken DSM IV TR’de bu sayı 297’ye çıkmıştır. “Eşik altı” kavramı ve benzer kavramlarla nerdeyse psikiyatrik muayenesi yapılan herkese bir ‘tanı’ ve bir ‘tedavi’ uygulayabilmek mümkün hale gelmiştir. Örneğin son otuz yılda depresyon tanısı ve tedaviye başlama sınırı giderek genişlemiştir.(1)

Bir yandan çokuluslu ilaç firmaları psikiyatrik ilaç tedavilerinin başlama ölçütlerini genişletmeye çalışırken diğer yandan özel sigorta şirketleri bedelini karşıladıkları psikiyatrik tedavilerin sınırlarını, süresini ve tedavi araçlarını daraltmaya çalışmaktadırlar. Ruh sağlığı hizmetlerinin kamusal maliyetlerini azaltmanın bir yönünü ise hizmetlerin kurum dışılaştırılması yaklaşımı oluşturmaktadır.

Devletin ruh sağlığı hizmetlerinden çekilmesi

ABD'de 1960'lı yıllarda kamu ve özel toplum ruh sağlığı merkezlerinin çalışmaları aracılığıyla ruh sağlığı hizmetlerini kurum dışında verilmeye yönelmenin temel nedenlerinden bir tanesini devletin mali krizinin oluşturduğu belirtilmektedir. (2) Halen ABD'de Toplum Ruh Sağlığı merkezleri, ruh sağlığı bakımından önemli bir kaynak oluşturmaktadır. Bugün bu merkezler özel psikiyatri hizmetlerinden yararlanamayan ve genellikle sigortalı olmayanlara hizmet vermektedir. (3) Benzer şekilde Britanya'da da ruh sağlığı bozukluklarının toplum içinde tedavi politikasının muhafazakar hükümetin daha genel özelleştirme programının bir uzantısı olarak ortaya çıktığı ve devletin bu alandan çekilmesine yol açtığı belirtilmektedir. (2)

Ruh sağlığı bozukluğu olan kişilerin akıl hastanelerinden topluma dönmesi gerekçesi ile yürütülen söz konusu programların, hastaların toplum yerine kamu kurumlarından özel kurumlara geçmesine yol açmak ve yeni bir delilik ticaretinin oluşmasına neden olmakla eleştirilmiştir.  Ruh sağlığı hizmetlerine gereksinim duyan kesimlerin daha çok yoksullar olduğu göz önüne alınacak olursa, hizmetlerin kurum dışına çıkarılmasının hastaların bakımı sorumluluğunun devlet yerine daha fazla oranda aile üyeleri tarafından üstlenmesine yol açabildiği de düşünülebilir.  



Kaynaklar:
1. Türk Psikiyatri Derneği. Sınır ihlalleri görev grubu raporu. 2008.
2. Bryan S. Turner. Delilik ve psikiyati. Tıbbi güç ve toplumsal bilgi. Sayfa:70-103. Sentez yayınları, 2011.
3. Sema KUT. TOPLUMSAL DEĞİŞİM, KURUMLARIN YENİDEN YAPILANMASI
VE RUH SAĞLIĞI. Kriz Dergisi 2(1): 180-184.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Düşük düzeyde fiziksel aktivite ile ilişkili hayatta kalma faydaları arasındaki ilişki

Lancet dergisinde, Chi Pang Wen ve arkadaşları, boş zamanlardaki küçük bir miktar fiziksel aktivitenin, toplam ölüm sayısını ve kalp ve damar hastalıklarından ve kanserden ölümleri azalttığını gösteren kendi çok büyük bir gözlemsel çalışma bulgularını gösteren raporu yayınladılar. Böylece tüm nedenlere bağlı mortaliteyi (ölümselliği) azaltmak için makul miktarda fiziksel aktivitenin yararı iyi belgelenmiş oldu. 

Pek çok ülkede kamu sağlık yetkililerin önerileri, günde en az 30 dakikaya eşdeğer haftanın çoğu gününde-yani haftada en az 150 dakika, yürümeyi öğütler. Wen ve arkadaşlarının çalışmasında, bu miktarın yarısını gösterir fiziksel aktivitenin (haftanın altı günü boyunca günde 15 dakika) tüm nedenlere bağlı mortaliteyi % 14, kanser mortalitesini % 10 ve kalp damar hastalıklarından ölümleri % 20 oranında azalttığını gösterdi.

15 Kasım 2011 Salı

Hastanelerin özelleştirilmesi verimliliği olumsuz etkiledi

Güney Kore'de yapılan bir araştırmada hastanelerin kısmi özelleştirmesinin verimliliği olumsuz etkilediği sonucuna ulaşıldı.

International Journal of Health ServicesDerisi'nde yayınlanan bir araştırmada Güney Kore'de daha iyi yönetileceği düşüncesi ile kısmen özelleştirilen 3 hastanenin özelleştirilmesi hedeflenen hastanelere göre daha kötü performans sergilediği sonucuna ulaşıldı.

Araştırmada hastanelerdeki kısmi özelleştirmenin çalışanların işgücünü arttırdığı, kalıcılıklarını azalttığı, reel ücretlerinin düşmesine, hastalardan alınan katılım paylarının ise artmasına neden olduğu görüldü. 

Kaynak
Struggle against Privatization: A Case History in the Use of Comparative Performance Evaluation of Public Hospitals

İşsizlik ruh sağlığını olumsuz etkiliyor

International Journal of Health Services  Dergisi'nde yayınlanan ve 8591 kişi üzerinde yürütülen bir araştırmada işsizliğin ruh sağlığını olumsuz etkilediği görüldü. İşsizliğin özellikle kol gücüyle çalışan erkeklerde, dul annelerde, evin geçimini sağlayan kadınlarda ve işsizlik ödeneğinden yararlanmayan kişilerde ruh sağlığını olumsuz etkilediği gösterildi.  

Kaynak için tıklayınız.

12 Ekim 2011 Çarşamba

Günlük aspirin kullanımı görme bozukluğuna yol açabilir

Günlük aspirin kullanan yaşlıların kullanmayanlara göre yaşa bağlı görme azlığına 2 kat daha fazla sıklıkta yakalandığı bildirildi. Çalışma Ophthalmology Dergisi'nde yayınlandı.Çalışmanın bulgularına göre günlük olarak aspirin kullanan 839 yaşlıdan 36'sında yaşa bağlı görme azalmasına neden olan ıslak makula dejenerasyonu saptanırken, aspirin kullanmayanların ise %2'sininde benzer bozukluk tespit edildi.

Günlük aspirin kullanımı risk altından bulunan pek çok yaşlı kimseye kardiyovasküler hastalıklardan korunması amacıyla öneriliyor.

http://www.nlm.nih.gov/medlineplus/news/fullstory_117087.html

Çevresel kirlenme damar sertliğine yol açabiliyor

Environmental Health Perspectives Dergisi'nin online baskısında 11 Ekim 2011 tarihinde yayınlanan bir araştırmaya göre dioksin, pestisid ve PCB (Poliklorlu Bifenil) gibi çevresel kirleticilerin ateroskleroz (damar sertliğine) yol açabileceği sonucuna ulaşıldı.

Ateroskleroz endüstrileşmiş ülkelerde en sık ölüm nedeni olan kalp-damar hastalıklarının en önemli altta yatan nedeni durumunda bulunuyor. Çalışmanın bulguları doğada uzun süre varlığını koruyan organik kirleticilerin damar sertliğine yol açmak suretiyle gelecekte kalp-damar hastalıklarından ölümleri arttırmasından kaygı duyuluyor.

http://www.nlm.nih.gov/medlineplus/news/fullstory_117414.html

Tıp rehberleri bağımsız araştırmacılar tarafından hazırlanmıyor

Kollesterol ve diyabet hastalıklarıyla ilgili doktorlara yönelik tıp rehberlerini hazırlayan araştırmacıların yarısından fazlasının çıkar çatışması içinde olduğu bildirildi. BMJ Dergisi'nde 11 Ekim 2011 tarihinde konuyla yazısı yayınlanan Dr. Jennifer Neuman, bu kurulların endüstri tarafından desteklenmesinin rehberlerdeki önerilerin endüstri tarafından etkilenme riskini ortaya çıkardığını belirtti.


Kaynak: http://www.nlm.nih.gov/medlineplus/news/fullstory_117429.html

11 Ekim 2011 Salı

Ruh sağlığı eylem planına medya neden balıklama atladı?

Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan Ulusal Ruh Sağlığı Eylem Planının (2011-2033) ulusal medyada yoğun bir şekilde işlendiğini görmekteyiz. Görünüşe bakılırsa medya kuruluşları bunun bir plan olduğunu tam olarak dikkate almadılar. Bir kurumun yaptıklarının mı, yoksa yapmayı planladıklarının mı daha fazla haber değerinin olduğunu medya yöneticileri bizden daha iyi bilirler.


Ancak medya kuruluşları Ekonomi Koordinasyon Kurulu (EKK) tarafından sağlık harcamalarını frenlemek için reçete parasınının aile hekimlerini de kapsayacak şekilde yaygınlaştırılması ve ilaç kutularının küçültülmesi kararı almasına pek ilgi göstermediler nedense.

Bu aşamada Sağlık Bakanlığı'nın ruh sağlığı eylem planına bu kadar yer veren medya yöneticilerine bir kaç soru sorabilir miyiz?

1. Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülmekte olan ruh sağlığı programlarından bir tanesini de kadına yönelik şiddetin önlenmesi program oluşturmaktadır. Sağlık Bakanlığı'nın kadına yönelik şiddeti önleme programının yürütülmesinde ne derece başarılı olduğuyla ilgili bir rapor bulunmakta mıdır? Bununla ilgili veriler kamuoyuna açıklanacak mıdır? Ülkemizde her gün işlenen kadına yönelik şiddet uygulamalarından risk altındaki kişilere yönelik taramaları gereğince yürütemeyen, bu kişilere ulaşamayan ve ihtiyaç duyan kişilere gerekli psikososyal  desteği sağlayamayan Sağlık Bakanlığı'nın sorumluluğu yok mudur?

2. Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen diğer ruh sağlığı programlarının akıbeti ile ilgili bir rapor hazırlanmış mıdır? Bu konularla ilgili veriler toplumla paylaşılacak mıdır? Örneğin çocuğun psikososyal gelişimini destekleme programının sonuçları nelerdir? Toplumdaki çocukların, anne ve babalaın ne kadarına ulaşılabilmişdir? Program başarılı olmuş mudur? Toplumun ne kadarının böyle bir programın yürütüldüğünden haberdardır? Program hedeflerine ulaşmış mıdır?

3. Sağlık Bakanlığı'nın geçmişte bir sonuç alınamamış pek çok sağlık programı yürütmüş olduğu bilinmektedir. Bu durum ortadayken medya kuruluşlarının ulusal eylem planının açıklanmasını, topluma yönelik bir dizi koruyucu ruh sağlığı hizmetinin verilmesi sağlanmış gibi haber yapması; bu kuruluşların  habercilik kurumu mu, yoksa propaganda kurumu mu olarak çalıştığını düşündürmektedir?

4. Aile hekimine başvurularda 3 TL katılm payı alınacak olması dar gelirli kişilerin hizmete ulaşımını sınırlayacaktır. Bu konuda etkilenecek toplum kesimlerinden bir tanesini de koruyucu ruh sağlığı hizmetine gereksinim duyanlar oluşturmaktadır. Medyanın bu haberi yeteri kadar işlememesinin ardında yatan nedenler nelerdir?

5. Yoksa Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen sağlık programlarının akıbeti medya desteği ile yürütülen Jet Fadıl'ın otomobil projesi gibi mi olacaktır?

22 Eylül 2011 Perşembe

Sağlığa akıtılan kaynaklar, ürkütülen kurbağaya değecek mi?

Aydın Tabip Odası Başkanı Eralp Altay, basına yansıyan açıklamalarında kamu sağlık otoritelerinin çoğu kez görmezden geldiği bir konuyu değerlendirerek ülkemizdeki okul sağlığı hizmetlerinin geliştirilmesi gerekliğine vurgu yapıyor. 

(19.09.2011 tarihli Aydınlık Gazetesi)

Okul sağlığı hizmetleri sağlıklı bir toplum yetiştirme amacının en önemli bileşenleri arasında yer almaktadır. Günümüzde gençler arasında giderek artış gösteren obezite, beslenme sorunları, bağımlılık, cinsel sağlık ve bulaşıcı hastalıklardan korunma gibi pek çok konuda başarılı çalışmalar yürütülebilmesi için iyi organize olmuş okul sağlığı hizmetlerine gerekesinim bulunduğu bilinmelidir.    

(17.09.2011 tarihli Yarın Gazetesi)

Ancak ülkemizde okul sağlığı alanında organize olabilmiş sağlık hizmet birimlerinin varlığından söz etmemiz ne yazık ki olanaklı olamamaktadır. Peki ülkemizde 2002-2011 yılları arasında yaklaşık 4,5 kat artarak 45 milyar dolara ulaşan kamu sağlık harcamalarının bir parça bile olsun sağlıklı bir toplum yetiştirme amacına hizmet etmesini beklememiz gerekmez mi?

(19.09.2011 tarihli Yeni Mesaj Gazetesi)

Okullarda bulaşıcı hastalıklar, dengeli ve düzenli beslenme, cinsel sağlık ve madde bağımlılığına yol açabilecek risk faktörleriyle ilgili bilgilendirme, eğitim ve danışmanlık hizmetleri ne kadar etkin bir şekilde yürütülebilmektedir? Bu konuda basın-yayın kuruluşlarının etki alanı ötesine taşınabilen bir sağlık eğitimi organizasyonunun varlığından söz edebilir miyiz? Ya da son dönemde giderek artan sağlık yatırımlarında boşa akıtılan kaynakların, ürkütülen kurbağaya değmediğini görmek mi kalacak geriye?

4 Eylül 2011 Pazar

Sağlıkta taşıma suyla nereye kadar?

31 Ağustos ve 1 Eylül tarihli yazılı ve internet basınında Çin malı tıbbi malzemelerin kalp ameliyatlarında kullanılmasının sakıncalarından söz eden haberler yer aldı. Buna göre ucuz ve kalitesiz Çin malları ameliyat malzemesi olarak da sağlığımızı tehdit etmeye başlamış gibi görünüyor.


(01.09.2011 tarihli Bursa Hakimiyet Gazetesi)

Aynı günlerde 03.09.2011 tarihli Sözcü Gazetesi'nde Adana Numune Hastanesi'nin ödeme kurumlarından alacaklarını alamadığı gerekçesiyle bazı tıbbi malzeme ve ortez-protez uygulamalarını içeren tedavilerin bir süreliğine uygulanmaması kararıyla ilgili haberini okuyoruz. Diğer taraftan sağlık harcamalarının bir süredir kamu kurumları ve halk için altından kalkılamaz bir yük oluşturmaya başladığı biliniyor. 



(03.09.2011 tarihli Sözcü Gazetesi)


2010 yılında kamu kurumları ilaç ve tıbbi malzeme dahil olmak üzere 20 milyar dolarlık sağlık alımı gerçekleştirdiler. Bunun yarısından fazlası ithalat yoluyla gerçekleştirildi. Elbette bu yükün altından kalkmak kolay değil. Aslında Türkiye'deki sağlık sistemi ile taşıma suyla değirmen döndürülmeye çalışılıyor. Değirmen ağır aksak dönüyor. Bir taraftan ilaç ve malzeme ithalatı yoluya kamu kurumlarından  yurt dışına, diğer taraftan katkı ve katılım payı yoluyla vatandaşın bütçesinden sağlık giderleri yamasına sürekli kaynak taşınıyor. Değirmenin bir tarafında hastanelere para yetiştiremeyen ödeme kurumları, diğer tarafında ise Çin malı malzemelerle yapılan kalp ameliyatlarıyla hastalarının memnun etmeleri beklenen ve performansları bununla ölçülmeye çalışlılan sağlık çalışanları. Bu değirmenin denkleminde sakın bir yanlışlık olmasın?

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Mali sıkıntıların nedeni sağlık harcamaları mı?

NTVMNSBC'deki tarih konuşmaları programının 14.08.2011 tarihli bölümünde Mhfi Eğilmez, Çağlar Keyder ve Sungur Savran konuşmacı olarak katıldılar. Konuşmanın bir yerinde Çağlar Keyder ABD'deki mali krizin bir nedenin de GSMH'nın %18'ine yükselen sağlık harcamaları olduğunu belirtti. Bunun nedeninin de sigorta şirketlerinin, hastanelerin, doktorların ve ilaç şirketlerinin aç gözlülüğü olduğunu söyledi. Ayrıca sağlık alanına yatırım yapan sermaye kuruluşlarının hükümet üzerindeki etkisi nedeniyle sağlık harcamalarının giderek artması sonucunda mali krizin şiddetlendiği görüşünü aktardı.
http://www.izlesene.com/tv/ntv/video/tarih-konusmalari-14-agustos-2011/4308709


Sorunun kısmen doğru bir şekilde tespit edildiğini düşünsek bile, "Mali sorunların çözümü için kamu sağlık harcamalarınazaltılması mı gerekiyor?" sorusunu sormak gerekiyor. Sağlık harcamalarının mali yükünün ailelerin sırtına yüklenmesi bir çözüm olarak sunulabilir mi? Bu durumda sağlık hizmetlerine ulaşma sorunu yaşayan kitlelerin sağlık sorunlarına nasıl çözüm aranabilecektir?

(19.08.2011 tarihli 24 Saat Gazetesi)



Ankara Ticaret Odası başkanı Salih Bezci, basına yansıyan açıklamalarında cari açık sorunu ile yüz yüze bulunan Türkiye'de yurt dışına giden sağlık giderlerinin savunma giderlerinden daha fazla olduğunu belirtmektedir. Türkiye'de 2002 yılı sonrasında hızlı bir şekilde artan ve zaman, zaman süistimaller gündeme gelen sağlık harcamalarının genel mali sorunun bir nedeni olarak ortaya çıkabileceğini/çıktığını ve çok uzak olmayan gelecekte bu durumun Türkiye'de de sağlık hizmetlerine ulaşım açısından sorunlara neden olacağını tahmin etmek zor mudur?


(20.08.2011 tarihli İlke Gazetesi)

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Herkese üç çocuk önerilirse böyle olur

18-35 yaş kadınlara uygulanan Kızamıkcık aşısı sonrasında gebe kalan kadınlardan bazıları kürtaj oldu. Kürtaj olan kadınlardan bir tanesi Sağlık Bakanlığı'nın ihmali olduğu gerekçesi ile dava açıyor ve tazminat kazandı. Sağlık Bakanlığı ise konuyla ilgili danışma kurulu kararına atıfta bulunarak kürtaj olmasına gerek yoktu şeklinde açıklama yaptı.  Peki Sağlık Bakanlığı'nın kadınlara yönelik aşı kampanyası sırasında yapması gereken baş bir şey yok muydu?

(10.08.2011 tarihli Birgün Gazetesi)

Öncelikle Kızamıkcık aşısı canlı bir aşıdır ve gebelerle, gebelik planlayanlara ve gebe kalma olasılığı bulunanlara uygulanmamalıdır. Gebe kalma olasılığı bulunanlar grubunu ise gebelik planlamamakla birlikte bizimki gibi ülkelerde önemli bir nüfusu oluşturan, tesadüfen gebe kalma olasılığı bulunan kadınlar oluşturmaktadır. Böyle kayda değer bir kadın topluluğuna bizimki gibi ülkelerde rastlanır; çünkü bu ülkelerde doğurganlık kadınların kendi kontrolünde değildir. Gebelik planlamasa da etkin bir yöntemle korunmayan bu kadın topluluğu zaman, zaman bazı doğal nedenlerden kaynaklanan riskli gebeliklerle karşılabilmektedirler.

Bizimki gibi ülkelerde ayrıca Kızamıkcık aşı kampanyasında olduğu gibi Sağlık Bakanlığı aracılığı ile oluşturulan yapay riskli gebeliklerle de karşılaşılabilinir. Kızamıkcık aşı kampanyası sırasında kadınlara gebe olup, olmadıkları ya da gebelik planlayıp, planlamadıkları sorulmuş; ancak ülkemizde etkin bir şekilde yürütülen aile planlaması programı bulunmadığı için gebelikten korunmak için kendilerine uygun, etkin bir yönteme ulaşıp ulaşamadıkları sorulamamıştır.   

Çünkü Kızamıkcık aşısı kampanyası döneminde Sağlık Bakanı ve il sağlık müdürleri, sayın Başbakanımızın izinden giderek herkese üç çocuk yapmasını önermekle meşguldüler. Muhtemelen de bu nedenle aile planlaması programındaki aksamaları tespit edemediler. Ayrıca dilencilerle birlikte apartmandan içeri alınmayacaklar listesine eklenen aile hekimleri de ev ziyaretleri yapamadıkları/yapmadıkları için etkin bir yöntemle korunmayan kadınlardan bihaber durumdaydılar. 

(09.08.2011 tarihli Evrensel Gazetesi)

Onun için sürpriz gebeliklerine bir de  yakın zamanda canlı aşı ile aşılanmış olma talihsizliği eklenen kadınlar çaresizlik içinde kürtaj yolunu tuttular ve olay mahkemeye taşındı. Sağlık Bakanlığı yetkilileri, danışma kurulu önerilerinin arkasına sığınmaya çalışadursun; bu talihsizlik kuşu başına konan kadınlar için adeta bir trajedi yaşandı ve bitti.   

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Olmaz olsun böyle oksijen tüpleri

Ankara’da Ostim ve İvedik Organize Sanayi bölgelerinde 20 işçinin yaşamını yitirdiği iki patlamayla ilgili hazırlanan bilirkişi raporunda, tüm “kusur” oksijen tüplerine sıkıştırılmış doğalgaz basan sanayi firmasına çıkmış. Raporda ayrıca kamu kurumlarının eksikliklerine işaret edilirken mevzuatın tüm işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması açısından yetersiz kaldığı vurgulanmış (1).
İşyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin sunulmasının bir kamu izmeti olarak hangi kurum / kurumların sorumluluğu kapsamında olduğu tam olarak belirlenmiş durumda değil anlaşıldığı kadarıyla.
Oysa ILO'nun 1985 yılında kabul ettiği 161 sayılı sözlesmeyle, her üyenin bütün ekonomik faaliyet dallarında ve tüm işletmelerde, kamu sektörü ve üretim kooperatifleri üyelerini de kapsayan, bütün işçiler için, iş sağlığı hizmetlerini sürekli bir şekilde geliştirmeyi üstlenmesi ve sağlanan hizmetin, işletmelerin kendine özgü risklerini karşılamaya yeterli ve uygun olması öngörülmüştür. 
Ülkemizde 13.01.2004 tarih ve 25345 sayılı İş Sağlığı Hizmetlerine İlişkin 161 Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun'la bu ILO sözleşmesi yürürlüğe girmiş bulunmaktadır.
 

Dolayısıyla OSTİM'de kusurlu oksijen tüplerinin patlamasının önlenmesi için bazı kamu kurumlarının  rehberlik, eğitim ve denetim hizmetlerini yürütmesi gerekmekteydi. Sağlık Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı, Belediyeler, İl Özel İdaresi, OSB yönetimi vs. kurumların/birimlerin bu hizmeti iş bölümü yaparak veya işbirliği içinde sağlaması beklenmektedir. Ancak olan oldu ve kusurlu oksijen tüpleri ilk fırsatta patlamayı gerçekleştirdi. Üstelik bu hizmetlerin nasıl yürütüleceği ile ilgili mevzuat boşluğu bulunduğu görüşünün bilirkişi raporuna eklenmesi de yaptıklarının cabası. Bu hınzır oksijen tüpleri yok mu oksijen tüpleri. Kamu kurumlarının idaresi, işbirliği ve mevzuat boşluklarının giderilmesi görevi bu oksijen tüplerine verilse, görevini yerine getirmeyenlerin de mahkeme kararıyla patlatılması yoluna gidilse yeri var...   

Kaynaklar:

9 Ağustos 2011 Salı

Şişko demenden önce nedenlerini sorgulamak gerekir

 
Washington Üniversitesi'nde sosyoloji doçenti olan Hedwing Lee, yürüttükleri araştırmanın sonucunda ABD'de çocuklarda obezitenin 1990'lı yılların ikinci yarısında genç yetişkinlerde ise 2000'li yıllada arttığını belirlediklerini açıkladı. Araştırmacılar tarafından bunun olası nedenlerinin ise bilgisayar ve televizyon başında çok zaman geçirme, abur cubur tarzı beslenme vb. olabileceği belirtilmiş.

Çalışmada 1959 - 2002 yılları arasında 12-26 yaş arası 100.000 kişinin sağlık kayıtlarındaki  kilo ve boy ölçümleri incelenmiş. Sonuçta ergenlerde 1990'lı yılların ortalarında, genç erişkinlerde ise 2000'li yıllarla birlikte fazla kiloluluk ve şişmanlıkta belirgin bir artış olduğu bulgusuna ulaşılmış. 
(Kaynak: http://www.nlm.nih.gov/medlineplus/news/fullstory_114545.html )

Ülkemizde de salgın olduğu belirtilen ve her 3 kişiden birini etkilyen fazla kiloluluk ve obezitenin (şişmanlık) nedenleri arasında hiç kuşkusuz 90'lı yıllarda tartışılmaya başlanan tüketim kültürü ve gıda sorunu oluşturuyor. Uzun çalışma saatleri ebeveynlerin evde yemek yapmasını "out" Mcdonalds'da çocukların boğaz zevkini doyurmayı ise "in" olmasını destekliyor.

Büyük şehirlerde birbiri ardına açılan alış veriş merkezleri piknik alanlarının yerini almış durumda. Endüstriyel besinlere dayalı hazır gıda kültürü, geleneksel beslenme alışkanlıklarını çoktan tahtından indirdi. Ülkelerin tarım ve ticaret politikalarını düzenleyen neo-liberal müdehaleler sonrasında tarımla geçinen nüfus azaldı, endüstriyel gıdalar sofralarımızı işgal etti. GDO'lu, hormonlu ve üretim tekniklerinden bir haber olduğumuz besinler fast-food kültürünün yanı sıra vücudumuzun en sık ziyaretçileri arasında yerlerini aldılar. Peki günümüzde karşısında durulamayan neo-liberal yeniden yapılanma döneminde çocukların okullardaki beslenmesinin, devlet tarafından düzenlenmesi gerektiğini savunmaya cürret edecek babayiğit kaldı mı?    

8 Ağustos 2011 Pazartesi

DSÖ Ivan Illich'in kulaklarını çınlattı


Basında yaygın bir şekilde yer alan habere göre DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından düzenlenen basın toplantısında dünya genelinde her yıl yüz milyonlarca kişinin sağlık hizmetleriyle bağlantılı enfeksiyon geçirdiği belirtildi. DSÖ'nün yeni göreve gelen hasta güvenliği temsilcisi Liam Donaldson'ın verdiği bilgilere göre uçak kazasında ölme riski 100 milyon kişide bir iken herhangi bir ülkedeki bir hastaneye tedavi için gittiğinizde, tıbbi bakımın sırasında bir hatayla karşı karşıya kalma olasılığınız onda bir, aldığınız sağlık hizmetindeki bir hata sonucu ölme olasılığınız ise 300'de bir oranında (1).


Modern toplumun etkili eleştirmeni Ivan Illich 1975 yılında yazdığı Sağlığın Gaspı (Medikal Nemesis) adlı eserinde aşırı uzmanlaşma ve yaşamın tıbbileştirilmesi süreci ile birlikte denetlenemeyen bir otorite olarak tıp kurumunun topluma zarar veren bir yapıya büründüğü görüşünü dile getirmişti. Illich'e göre daha önce doğrudan tıbbın konusu olmayan doğum, ölüm, yaşlanma gibi olguların tıbbileştirilmesi toplumun kendi sorunlarıyla başedebilme yeteneğini azaltmaktadır. Illich'in yaklaşımı ile yaşamın giderek hafa fazla tıbbileştirilmesi tıbbi uygulamalara bağlı sağlık sorunlarının da önem kazanmasına neden olmaktaydı.

 

DSÖ, sağlık uygulamalarının risklerine dikkat çektiği son açıklamasıyla Ivan Illich'in kulaklarını çınlatmış oldu. Sağlığın bazı standart değerlere uygun olmayla değerlendirildiği ve standartlaın dışı değerlere sahip olmanın bir hastalıkla eşleştirilerek tedavi edilmeye çalışıldığı günümüzde sağlık uygulamalarının zarar verici niteliklerine dikkat çeken Illich'i anımsamamak olanaklı mı?

Kaynak:
1. 'Hastaneye gitmek, uçağa binmekten bile riskli. Radikal Gazetesi internet baskısı21.07.2011 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1057158&Date=22.07.2011&CategoryID=81)

2 Ağustos 2011 Salı

Ağzı olan konuşmasın o zaman...

Dünya Sağlık Örgütü mobil teleon kullanımının bazı beyin kanseri türlerinin gelişmesi riskini arttırabileceğini ve kullanıcıların etkilenimi azaltma üzerine düşünmelerini önerdi. Dünya Sağlık Örgütü Uluslararası Kanser Araştırma Kurumu'nda görevli 14 ülkeden 31 bilim adamı cep telefonu ve rayofrekans elektromagnetik alanın olası kanserojen olarak sınıflandırılması gerektiğini belirtti. (Kaynak:http://www.nlm.nih.gov/medlineplus/news/fullstory_112666.html)


(21.07.2011 tarihli Milliyet Gazetesi)

Konuyla ilgili görüşlerini açıklayan Milliyet Gazetesi'nden Metin Münir Sağlık Bakanlığı'nın internet sitesinde konuyla ilgili her hangi bir bilgi metnine ulaşamadığını belirtiyor ve bu konuda halkı kim bilgilendirecek? diye soruyor.

Metin Bey'in sorularına şu sorular da eklenebilir. Sağlık Bakanlığı ilgili diğer kuruluşlarla birlikte elektromagnetik alanların insan sağlığı üzerindeki etkilerini izlemeye yönelik hangi çalışmaları yürütmektedir? Baz istasyonlarının kurulduğu yerlerde kişileri doğru bir şekilde bilgilendirmeye yönelik ne gibi bilgilendirme dokümanları oluşturulmuştur? Özellikle beyin tümörleri olmak üzere kanser hastalarının radyofrekans elektromagnetik alan etkilenimi öykülerinin alınarak konuyla ilgili bilimsel verileri toplumla paylaşılması konusunda hangi aşamaya gelinmiş bulunmaktadır? Yoksa bunlar Sağlık Bakanlığı'nın görevleri arasında değil midir, ya da ağzı olanın konuşması durumuna düşmemek için mi bu konuda sessiz kalınması tercih edilmektedir?

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Kütahya'da doktor sıkıntısı mı var?

Kütahya'da Eti Maden İşletmeinde işçilerin ağır metalden ve arsenikten zehirlenmesiyle ilgili bir açıklama yapan Ankara Tabip Odası sekreteri Dr. Selçuk Atalay sadece 65 işçiye değil, madende çalışan bütün işçilere test yapılması gerektiğini söylüyor. Atalay işyerinde işçi sağlığına yeteri kadar önem verilmediğini belirtiyor.  Acaba Kütahya'da yeteri kadar doktor mu yok? Yoksa çalıştıkları işyerinde ya da yaşadıkları bölgede sağlığa az ya da çok zararı olabilecek işletmelerin insanları zehirlemesinin önüne geçmek doktorların görevi değil mi?


(30.07.2011 tarihli Birgün Gazetesi)


Madencilik işletmelerinde çevre ve toplum sağlığı açısından çeşitli risklerin olduğu biliniyor. Söz konusu işletmelerde canlılarda zehir etkisi gösterebilen başta ağır metallar olmak üzere çeşitli kirleticilerin ortamlardaki yoğunluğunun düzenli olarak ölçülmesi gerekir. Bunun yapılmasının sağlanması ise kamu kuruluşlarının görevleri arasında yer alıyor. Ancak sadece ortam analizlerinin yapılması yeterli değildir. Söz konusu kirleticilerin insan sağlığı üzerindeki etkisinin de düzenli olarak izlenmesi gerekir. Çünkü zehirli madelerin az ya da çok ortamda bulunduğu durumlarda belirli sınırların üzerine çıkılmamış olsa bile insanların risk altında olduğunu kabul etmek gerekir. Bebekler, hamile bayanlar ve yaşlılar bu açıdan özellikle risk altında sayılırlar. Ayrıca bir çok fakör insanları zehirli maddelere karşı duyarlı duruma getirebilir. Uzun süreden beri etkilenim altında olma, genetik yatkınlık vs.

Olası zehirlenmelerin erken tespit edilmesi ve gerekli önlemlerin alınması için ise sağlık hizmet sunucularının, risk altındaki kişileri düzenli olarak sağlık izleminden geçirmesi önerilir. Ancak Ankara Tabip Odası  Kütahya'daki madende çalışan işçilerin işçi sağlığına yönelik periyodik muayenelerinin düzenli olarak yapılmadığını bildiriyor. 

Acaba neden? Yoksa Kütahya'da yeterli sayıda doktor mu yok? İşçi sağlığına yönelik periyodik muayenelerin düzenli bir şekilde yapılmamasının nedeni doktor sayısının yetersizliği mi, yoksa doktorların bu alanla ilgili hizmetleri yürütmek üzere yönlendirilmemiş olmasından mı kaynaklanıyor? 

29 Temmuz 2011 Cuma

Kaz gelmeyecek yerden, tavuk da esirgenmedi (Kütahya'daki madencilik faciası)

Madencilik gibi çevreye zararlı olabilecek işleri yürüten şirketlerin yerel toplumun desteğini kazanmak için sıkça kullandıkları argümanlardan bir tanesini bölgede istihdam yaratmak oluşturur. Yöre halkı içinde bu işletmenin çevreye zarar vereceği gerekçesi ile itirazını dile getirenler olduğunda, bölgede işletme kapsamında işe alınacak kişilerden söz açılır. Bu şekilde ekonomik ve sosyal kalkınma ile çevreye verilecek olası zarar arasında bir karşılaştırma yapılmış olur. Dahası bu ikisi arasında kaçınılmaz bir rekabet olduğundan dem vurularak, ekonomik ve sosyal kalkınma hedefleniyorsa bunun bedelsiz olamayacağı var sayılır. Bu şekilde yöre halkından bazılarının ikna edilebildiği görülür. Hatta İzmir-Bergama'da altın madenciliği yapan işletmenin yaptığı gibi, madencilik karşıtı toplantı maden işçilerine bastırtılır. Madende örgülü sendikanın da desteğiyle işçiler bölgedeki geri teknoloji ile yürütülecek madencilik faaliyeti yanlısı kampanyanın birer aktivisti olarak öne sürülürler. İdi...Temmuz 2011'de Kütahya'da yaşanan olaya kadar.

(28.07.2011 tarihli Evrensel gazetesi)

Kütahya'da çevre kirliliğinin ardından işçilerin de madendeki çevre kirliliğinden zehirlendiği ortaya çıkmış bulunuyor. 28.07.2011 tarihli Evrensel gazetesinin haberine göre Kütahya'da önce çevresel zehirlenme hayvanlar ölmeye başladı, sonra köylüler zehirlendi; şimdi de Eti Gümüş’te çalışan işçilerde sınır değerin üzerinde siyanür çıktı. İşçiler apar topar Ankara’da bulunan Meslek Hastalıkları Hastanesi’nde tedavi altına alındı. Özel bir laboratuvara yaptırılan kontrolde, Eti Gümüş A.Ş’de çalışan 65 işçide, sınır değerin üzerinde ağır metal kirliliğine rastlandı. Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesine sevk edilen işçilerin idrar ve kanında kurşun, arsenik, kadmiyum ve civa gibi ağır metaller bulundu.

Bu şekilde işçilerin bireysel ve kısa erimli çıkarlarıyla toplumun çıkarları arasında uyuşmazlık ve rekabet olarak tarif edilen farklılığın da bir yanılsamadan ibaret olduğu ortaya çıkmış oldu. Peki doğa ve inasana yönelik yaşanan bu tahribatın sorumluluğunu kim üstlenecek. Madencilik faaliyeti öncesi çevresel risklerin kontrolüne yönelik gerekli yasal düzenlemeyi yapmayan yasa yapıcılar mı? Yürürlükteki yasal düzenlemelere göre gerekli denetimi yapmayan yerel yetkililer mi? Yerel ve merkezi yönetim organlarının çalışmalarını kamu adına denetleyemeyen bağımsız kuruluşlar mı? Kaz gelmeyecek yerden, tavuğu da esirgemeyenler korosu mu?

Anahtar sözcükler

koronavirüs (34) çevre kirliliği (30) Kovid-19 (29) hava kirliliği (22) kanser (22) pandemi (21) iş sağlığı (16) beslenme (12) bulaşıcı hastalıklar (11) salgın (11) kalp hastalıkları (10) pestisid (10) çevrecilik (10) egzersiz (9) içme suyu (9) işe bağlı sağlık sorunu (8) bağımlılık (7) iş kazası (7) kalp krizi (7) koronavirus (7) obezite (7) çocuk sağlığı (7) aile planlaması (6) aşı (6) birinci basamak sağlık (6) diyabet (6) işçi sağlığı (6) yoksulluk (6) cinsel yolla bulaşan hastalık (5) gıda güvenliği (5) işsizlik (5) kısırlık (5) stres (5) ölüm (5) akciğer kanseri (4) astım (4) ekonomik durgunluk (4) grip (4) iş güvenliği (4) otizm (4) rahim kanseri (4) sağlık finansmanı (4) zihinsel işlev (4) Bisfenol A (3) Kuş gribi (3) allerji (3) antibiyotik (3) antidepresan (3) asbest (3) besin zehirlenmesi (3) depresyon (3) doğurganlık (3) erken ölüm (3) gebelik (3) iklim değişikliği (3) iş gerilimi (3) kollesterol (3) korunma (3) kızamık (3) meme kanseri (3) sağlık (3) tedavi (3) verem (3) vitamin (3) yaşam süresi (3) ABD (2) HPV (2) KOAH (2) MERS (2) Suriye (2) akciğer hastalıkları (2) arsenik (2) ağrı kesici (2) cinsel ilişki (2) cinsellik (2) endokrin bozucular (2) eşitsizlik (2) finansal kriz (2) genç (2) gonore (2) hastalık (2) ilaç direnci (2) inme (2) kent (2) kent sağlığı (2) kondom (2) koruyucu sağlık (2) kronik hastalıklar (2) madde bağımlılığı (2) migren (2) nükleer santral (2) okul (2) prostat kanseri (2) romatizma (2) sıtma (2) tarama (2) zoonoz (2) çocuk felci (2) üreme sağlığı (2) şeker hastalığı (2) GDO (1) H7N7 (1) H7N9 (1) SARS (1) akrilamid (1) alkol (1) ambalajlı su (1) aşı karşıtlığı (1) baharat (1) bel soğukluğu (1) benzen (1) beyaz et (1) biber gazı (1) boğmaca salgını (1) cezaevi (1) damar sertliği (1) difteri (1) doğum defekti (1) doğum riski (1) düşük doğum ağırlığı (1) egzema (1) endometriosiz (1) endometrium (1) enfeksiyon (1) erken doğum (1) erken püberte (1) eroin (1) evde doğum (1) gastroşisiz (1) gelir düzeyi (1) genetik hastalıklar (1) hafıza (1) halı (1) hastane (1) hipotiroidizm (1) ilaç (1) ishal (1) istismar (1) iç ortam kirliliği (1) kabakulak (1) kadın sağlığı (1) kadın ölümlülüğü (1) kahvaltı (1) kahve (1) kan kanseri (1) kellik (1) kentsel dönüşüm (1) klamidya (1) kortikosteroid (1) kuduz (1) kuru göz (1) kuru temizlemeci (1) lenfoma (1) maden (1) meme gelişimi (1) mezotelyoma (1) modern yaşam (1) nanoteknoloji (1) neoliberalizm (1) nörolojik hastalıklar (1) parkinson (1) perflorin (1) psikososyal stres (1) psoriasiz (1) ruhsal sorun (1) salmonella (1) sağlık çalışanları (1) sigara (1) silikosiz (1) tek sağlık (1) vaka tanımı (1) yaşlı (1) yaşlı sağlığı (1) özelleştirme (1)