20 Ağustos 2011 Cumartesi

Mali sıkıntıların nedeni sağlık harcamaları mı?

NTVMNSBC'deki tarih konuşmaları programının 14.08.2011 tarihli bölümünde Mhfi Eğilmez, Çağlar Keyder ve Sungur Savran konuşmacı olarak katıldılar. Konuşmanın bir yerinde Çağlar Keyder ABD'deki mali krizin bir nedenin de GSMH'nın %18'ine yükselen sağlık harcamaları olduğunu belirtti. Bunun nedeninin de sigorta şirketlerinin, hastanelerin, doktorların ve ilaç şirketlerinin aç gözlülüğü olduğunu söyledi. Ayrıca sağlık alanına yatırım yapan sermaye kuruluşlarının hükümet üzerindeki etkisi nedeniyle sağlık harcamalarının giderek artması sonucunda mali krizin şiddetlendiği görüşünü aktardı.
http://www.izlesene.com/tv/ntv/video/tarih-konusmalari-14-agustos-2011/4308709


Sorunun kısmen doğru bir şekilde tespit edildiğini düşünsek bile, "Mali sorunların çözümü için kamu sağlık harcamalarınazaltılması mı gerekiyor?" sorusunu sormak gerekiyor. Sağlık harcamalarının mali yükünün ailelerin sırtına yüklenmesi bir çözüm olarak sunulabilir mi? Bu durumda sağlık hizmetlerine ulaşma sorunu yaşayan kitlelerin sağlık sorunlarına nasıl çözüm aranabilecektir?

(19.08.2011 tarihli 24 Saat Gazetesi)



Ankara Ticaret Odası başkanı Salih Bezci, basına yansıyan açıklamalarında cari açık sorunu ile yüz yüze bulunan Türkiye'de yurt dışına giden sağlık giderlerinin savunma giderlerinden daha fazla olduğunu belirtmektedir. Türkiye'de 2002 yılı sonrasında hızlı bir şekilde artan ve zaman, zaman süistimaller gündeme gelen sağlık harcamalarının genel mali sorunun bir nedeni olarak ortaya çıkabileceğini/çıktığını ve çok uzak olmayan gelecekte bu durumun Türkiye'de de sağlık hizmetlerine ulaşım açısından sorunlara neden olacağını tahmin etmek zor mudur?


(20.08.2011 tarihli İlke Gazetesi)

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Herkese üç çocuk önerilirse böyle olur

18-35 yaş kadınlara uygulanan Kızamıkcık aşısı sonrasında gebe kalan kadınlardan bazıları kürtaj oldu. Kürtaj olan kadınlardan bir tanesi Sağlık Bakanlığı'nın ihmali olduğu gerekçesi ile dava açıyor ve tazminat kazandı. Sağlık Bakanlığı ise konuyla ilgili danışma kurulu kararına atıfta bulunarak kürtaj olmasına gerek yoktu şeklinde açıklama yaptı.  Peki Sağlık Bakanlığı'nın kadınlara yönelik aşı kampanyası sırasında yapması gereken baş bir şey yok muydu?

(10.08.2011 tarihli Birgün Gazetesi)

Öncelikle Kızamıkcık aşısı canlı bir aşıdır ve gebelerle, gebelik planlayanlara ve gebe kalma olasılığı bulunanlara uygulanmamalıdır. Gebe kalma olasılığı bulunanlar grubunu ise gebelik planlamamakla birlikte bizimki gibi ülkelerde önemli bir nüfusu oluşturan, tesadüfen gebe kalma olasılığı bulunan kadınlar oluşturmaktadır. Böyle kayda değer bir kadın topluluğuna bizimki gibi ülkelerde rastlanır; çünkü bu ülkelerde doğurganlık kadınların kendi kontrolünde değildir. Gebelik planlamasa da etkin bir yöntemle korunmayan bu kadın topluluğu zaman, zaman bazı doğal nedenlerden kaynaklanan riskli gebeliklerle karşılabilmektedirler.

Bizimki gibi ülkelerde ayrıca Kızamıkcık aşı kampanyasında olduğu gibi Sağlık Bakanlığı aracılığı ile oluşturulan yapay riskli gebeliklerle de karşılaşılabilinir. Kızamıkcık aşı kampanyası sırasında kadınlara gebe olup, olmadıkları ya da gebelik planlayıp, planlamadıkları sorulmuş; ancak ülkemizde etkin bir şekilde yürütülen aile planlaması programı bulunmadığı için gebelikten korunmak için kendilerine uygun, etkin bir yönteme ulaşıp ulaşamadıkları sorulamamıştır.   

Çünkü Kızamıkcık aşısı kampanyası döneminde Sağlık Bakanı ve il sağlık müdürleri, sayın Başbakanımızın izinden giderek herkese üç çocuk yapmasını önermekle meşguldüler. Muhtemelen de bu nedenle aile planlaması programındaki aksamaları tespit edemediler. Ayrıca dilencilerle birlikte apartmandan içeri alınmayacaklar listesine eklenen aile hekimleri de ev ziyaretleri yapamadıkları/yapmadıkları için etkin bir yöntemle korunmayan kadınlardan bihaber durumdaydılar. 

(09.08.2011 tarihli Evrensel Gazetesi)

Onun için sürpriz gebeliklerine bir de  yakın zamanda canlı aşı ile aşılanmış olma talihsizliği eklenen kadınlar çaresizlik içinde kürtaj yolunu tuttular ve olay mahkemeye taşındı. Sağlık Bakanlığı yetkilileri, danışma kurulu önerilerinin arkasına sığınmaya çalışadursun; bu talihsizlik kuşu başına konan kadınlar için adeta bir trajedi yaşandı ve bitti.   

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Olmaz olsun böyle oksijen tüpleri

Ankara’da Ostim ve İvedik Organize Sanayi bölgelerinde 20 işçinin yaşamını yitirdiği iki patlamayla ilgili hazırlanan bilirkişi raporunda, tüm “kusur” oksijen tüplerine sıkıştırılmış doğalgaz basan sanayi firmasına çıkmış. Raporda ayrıca kamu kurumlarının eksikliklerine işaret edilirken mevzuatın tüm işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması açısından yetersiz kaldığı vurgulanmış (1).
İşyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin sunulmasının bir kamu izmeti olarak hangi kurum / kurumların sorumluluğu kapsamında olduğu tam olarak belirlenmiş durumda değil anlaşıldığı kadarıyla.
Oysa ILO'nun 1985 yılında kabul ettiği 161 sayılı sözlesmeyle, her üyenin bütün ekonomik faaliyet dallarında ve tüm işletmelerde, kamu sektörü ve üretim kooperatifleri üyelerini de kapsayan, bütün işçiler için, iş sağlığı hizmetlerini sürekli bir şekilde geliştirmeyi üstlenmesi ve sağlanan hizmetin, işletmelerin kendine özgü risklerini karşılamaya yeterli ve uygun olması öngörülmüştür. 
Ülkemizde 13.01.2004 tarih ve 25345 sayılı İş Sağlığı Hizmetlerine İlişkin 161 Sayılı Sözleşmenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun'la bu ILO sözleşmesi yürürlüğe girmiş bulunmaktadır.
 

Dolayısıyla OSTİM'de kusurlu oksijen tüplerinin patlamasının önlenmesi için bazı kamu kurumlarının  rehberlik, eğitim ve denetim hizmetlerini yürütmesi gerekmekteydi. Sağlık Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı, Belediyeler, İl Özel İdaresi, OSB yönetimi vs. kurumların/birimlerin bu hizmeti iş bölümü yaparak veya işbirliği içinde sağlaması beklenmektedir. Ancak olan oldu ve kusurlu oksijen tüpleri ilk fırsatta patlamayı gerçekleştirdi. Üstelik bu hizmetlerin nasıl yürütüleceği ile ilgili mevzuat boşluğu bulunduğu görüşünün bilirkişi raporuna eklenmesi de yaptıklarının cabası. Bu hınzır oksijen tüpleri yok mu oksijen tüpleri. Kamu kurumlarının idaresi, işbirliği ve mevzuat boşluklarının giderilmesi görevi bu oksijen tüplerine verilse, görevini yerine getirmeyenlerin de mahkeme kararıyla patlatılması yoluna gidilse yeri var...   

Kaynaklar:

9 Ağustos 2011 Salı

Şişko demenden önce nedenlerini sorgulamak gerekir

 
Washington Üniversitesi'nde sosyoloji doçenti olan Hedwing Lee, yürüttükleri araştırmanın sonucunda ABD'de çocuklarda obezitenin 1990'lı yılların ikinci yarısında genç yetişkinlerde ise 2000'li yıllada arttığını belirlediklerini açıkladı. Araştırmacılar tarafından bunun olası nedenlerinin ise bilgisayar ve televizyon başında çok zaman geçirme, abur cubur tarzı beslenme vb. olabileceği belirtilmiş.

Çalışmada 1959 - 2002 yılları arasında 12-26 yaş arası 100.000 kişinin sağlık kayıtlarındaki  kilo ve boy ölçümleri incelenmiş. Sonuçta ergenlerde 1990'lı yılların ortalarında, genç erişkinlerde ise 2000'li yıllarla birlikte fazla kiloluluk ve şişmanlıkta belirgin bir artış olduğu bulgusuna ulaşılmış. 
(Kaynak: http://www.nlm.nih.gov/medlineplus/news/fullstory_114545.html )

Ülkemizde de salgın olduğu belirtilen ve her 3 kişiden birini etkilyen fazla kiloluluk ve obezitenin (şişmanlık) nedenleri arasında hiç kuşkusuz 90'lı yıllarda tartışılmaya başlanan tüketim kültürü ve gıda sorunu oluşturuyor. Uzun çalışma saatleri ebeveynlerin evde yemek yapmasını "out" Mcdonalds'da çocukların boğaz zevkini doyurmayı ise "in" olmasını destekliyor.

Büyük şehirlerde birbiri ardına açılan alış veriş merkezleri piknik alanlarının yerini almış durumda. Endüstriyel besinlere dayalı hazır gıda kültürü, geleneksel beslenme alışkanlıklarını çoktan tahtından indirdi. Ülkelerin tarım ve ticaret politikalarını düzenleyen neo-liberal müdehaleler sonrasında tarımla geçinen nüfus azaldı, endüstriyel gıdalar sofralarımızı işgal etti. GDO'lu, hormonlu ve üretim tekniklerinden bir haber olduğumuz besinler fast-food kültürünün yanı sıra vücudumuzun en sık ziyaretçileri arasında yerlerini aldılar. Peki günümüzde karşısında durulamayan neo-liberal yeniden yapılanma döneminde çocukların okullardaki beslenmesinin, devlet tarafından düzenlenmesi gerektiğini savunmaya cürret edecek babayiğit kaldı mı?    

8 Ağustos 2011 Pazartesi

DSÖ Ivan Illich'in kulaklarını çınlattı


Basında yaygın bir şekilde yer alan habere göre DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) tarafından düzenlenen basın toplantısında dünya genelinde her yıl yüz milyonlarca kişinin sağlık hizmetleriyle bağlantılı enfeksiyon geçirdiği belirtildi. DSÖ'nün yeni göreve gelen hasta güvenliği temsilcisi Liam Donaldson'ın verdiği bilgilere göre uçak kazasında ölme riski 100 milyon kişide bir iken herhangi bir ülkedeki bir hastaneye tedavi için gittiğinizde, tıbbi bakımın sırasında bir hatayla karşı karşıya kalma olasılığınız onda bir, aldığınız sağlık hizmetindeki bir hata sonucu ölme olasılığınız ise 300'de bir oranında (1).


Modern toplumun etkili eleştirmeni Ivan Illich 1975 yılında yazdığı Sağlığın Gaspı (Medikal Nemesis) adlı eserinde aşırı uzmanlaşma ve yaşamın tıbbileştirilmesi süreci ile birlikte denetlenemeyen bir otorite olarak tıp kurumunun topluma zarar veren bir yapıya büründüğü görüşünü dile getirmişti. Illich'e göre daha önce doğrudan tıbbın konusu olmayan doğum, ölüm, yaşlanma gibi olguların tıbbileştirilmesi toplumun kendi sorunlarıyla başedebilme yeteneğini azaltmaktadır. Illich'in yaklaşımı ile yaşamın giderek hafa fazla tıbbileştirilmesi tıbbi uygulamalara bağlı sağlık sorunlarının da önem kazanmasına neden olmaktaydı.

 

DSÖ, sağlık uygulamalarının risklerine dikkat çektiği son açıklamasıyla Ivan Illich'in kulaklarını çınlatmış oldu. Sağlığın bazı standart değerlere uygun olmayla değerlendirildiği ve standartlaın dışı değerlere sahip olmanın bir hastalıkla eşleştirilerek tedavi edilmeye çalışıldığı günümüzde sağlık uygulamalarının zarar verici niteliklerine dikkat çeken Illich'i anımsamamak olanaklı mı?

Kaynak:
1. 'Hastaneye gitmek, uçağa binmekten bile riskli. Radikal Gazetesi internet baskısı21.07.2011 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1057158&Date=22.07.2011&CategoryID=81)

2 Ağustos 2011 Salı

Ağzı olan konuşmasın o zaman...

Dünya Sağlık Örgütü mobil teleon kullanımının bazı beyin kanseri türlerinin gelişmesi riskini arttırabileceğini ve kullanıcıların etkilenimi azaltma üzerine düşünmelerini önerdi. Dünya Sağlık Örgütü Uluslararası Kanser Araştırma Kurumu'nda görevli 14 ülkeden 31 bilim adamı cep telefonu ve rayofrekans elektromagnetik alanın olası kanserojen olarak sınıflandırılması gerektiğini belirtti. (Kaynak:http://www.nlm.nih.gov/medlineplus/news/fullstory_112666.html)


(21.07.2011 tarihli Milliyet Gazetesi)

Konuyla ilgili görüşlerini açıklayan Milliyet Gazetesi'nden Metin Münir Sağlık Bakanlığı'nın internet sitesinde konuyla ilgili her hangi bir bilgi metnine ulaşamadığını belirtiyor ve bu konuda halkı kim bilgilendirecek? diye soruyor.

Metin Bey'in sorularına şu sorular da eklenebilir. Sağlık Bakanlığı ilgili diğer kuruluşlarla birlikte elektromagnetik alanların insan sağlığı üzerindeki etkilerini izlemeye yönelik hangi çalışmaları yürütmektedir? Baz istasyonlarının kurulduğu yerlerde kişileri doğru bir şekilde bilgilendirmeye yönelik ne gibi bilgilendirme dokümanları oluşturulmuştur? Özellikle beyin tümörleri olmak üzere kanser hastalarının radyofrekans elektromagnetik alan etkilenimi öykülerinin alınarak konuyla ilgili bilimsel verileri toplumla paylaşılması konusunda hangi aşamaya gelinmiş bulunmaktadır? Yoksa bunlar Sağlık Bakanlığı'nın görevleri arasında değil midir, ya da ağzı olanın konuşması durumuna düşmemek için mi bu konuda sessiz kalınması tercih edilmektedir?

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Kütahya'da doktor sıkıntısı mı var?

Kütahya'da Eti Maden İşletmeinde işçilerin ağır metalden ve arsenikten zehirlenmesiyle ilgili bir açıklama yapan Ankara Tabip Odası sekreteri Dr. Selçuk Atalay sadece 65 işçiye değil, madende çalışan bütün işçilere test yapılması gerektiğini söylüyor. Atalay işyerinde işçi sağlığına yeteri kadar önem verilmediğini belirtiyor.  Acaba Kütahya'da yeteri kadar doktor mu yok? Yoksa çalıştıkları işyerinde ya da yaşadıkları bölgede sağlığa az ya da çok zararı olabilecek işletmelerin insanları zehirlemesinin önüne geçmek doktorların görevi değil mi?


(30.07.2011 tarihli Birgün Gazetesi)


Madencilik işletmelerinde çevre ve toplum sağlığı açısından çeşitli risklerin olduğu biliniyor. Söz konusu işletmelerde canlılarda zehir etkisi gösterebilen başta ağır metallar olmak üzere çeşitli kirleticilerin ortamlardaki yoğunluğunun düzenli olarak ölçülmesi gerekir. Bunun yapılmasının sağlanması ise kamu kuruluşlarının görevleri arasında yer alıyor. Ancak sadece ortam analizlerinin yapılması yeterli değildir. Söz konusu kirleticilerin insan sağlığı üzerindeki etkisinin de düzenli olarak izlenmesi gerekir. Çünkü zehirli madelerin az ya da çok ortamda bulunduğu durumlarda belirli sınırların üzerine çıkılmamış olsa bile insanların risk altında olduğunu kabul etmek gerekir. Bebekler, hamile bayanlar ve yaşlılar bu açıdan özellikle risk altında sayılırlar. Ayrıca bir çok fakör insanları zehirli maddelere karşı duyarlı duruma getirebilir. Uzun süreden beri etkilenim altında olma, genetik yatkınlık vs.

Olası zehirlenmelerin erken tespit edilmesi ve gerekli önlemlerin alınması için ise sağlık hizmet sunucularının, risk altındaki kişileri düzenli olarak sağlık izleminden geçirmesi önerilir. Ancak Ankara Tabip Odası  Kütahya'daki madende çalışan işçilerin işçi sağlığına yönelik periyodik muayenelerinin düzenli olarak yapılmadığını bildiriyor. 

Acaba neden? Yoksa Kütahya'da yeterli sayıda doktor mu yok? İşçi sağlığına yönelik periyodik muayenelerin düzenli bir şekilde yapılmamasının nedeni doktor sayısının yetersizliği mi, yoksa doktorların bu alanla ilgili hizmetleri yürütmek üzere yönlendirilmemiş olmasından mı kaynaklanıyor? 

Anahtar sözcükler

koronavirüs (34) çevre kirliliği (30) Kovid-19 (29) hava kirliliği (22) kanser (22) pandemi (21) iş sağlığı (16) beslenme (12) bulaşıcı hastalıklar (11) salgın (11) kalp hastalıkları (10) pestisid (10) çevrecilik (10) egzersiz (9) içme suyu (9) işe bağlı sağlık sorunu (8) bağımlılık (7) iş kazası (7) kalp krizi (7) koronavirus (7) obezite (7) çocuk sağlığı (7) aile planlaması (6) aşı (6) birinci basamak sağlık (6) diyabet (6) işçi sağlığı (6) yoksulluk (6) cinsel yolla bulaşan hastalık (5) gıda güvenliği (5) işsizlik (5) kısırlık (5) stres (5) ölüm (5) akciğer kanseri (4) astım (4) ekonomik durgunluk (4) grip (4) iş güvenliği (4) otizm (4) rahim kanseri (4) sağlık finansmanı (4) zihinsel işlev (4) Bisfenol A (3) Kuş gribi (3) allerji (3) antibiyotik (3) antidepresan (3) asbest (3) besin zehirlenmesi (3) depresyon (3) doğurganlık (3) erken ölüm (3) gebelik (3) iklim değişikliği (3) iş gerilimi (3) kollesterol (3) korunma (3) kızamık (3) meme kanseri (3) sağlık (3) tedavi (3) verem (3) vitamin (3) yaşam süresi (3) ABD (2) HPV (2) KOAH (2) MERS (2) Suriye (2) akciğer hastalıkları (2) arsenik (2) ağrı kesici (2) cinsel ilişki (2) cinsellik (2) endokrin bozucular (2) eşitsizlik (2) finansal kriz (2) genç (2) gonore (2) hastalık (2) ilaç direnci (2) inme (2) kent (2) kent sağlığı (2) kondom (2) koruyucu sağlık (2) kronik hastalıklar (2) madde bağımlılığı (2) migren (2) nükleer santral (2) okul (2) prostat kanseri (2) romatizma (2) sıtma (2) tarama (2) zoonoz (2) çocuk felci (2) üreme sağlığı (2) şeker hastalığı (2) GDO (1) H7N7 (1) H7N9 (1) SARS (1) akrilamid (1) alkol (1) ambalajlı su (1) aşı karşıtlığı (1) baharat (1) bel soğukluğu (1) benzen (1) beyaz et (1) biber gazı (1) boğmaca salgını (1) cezaevi (1) damar sertliği (1) difteri (1) doğum defekti (1) doğum riski (1) düşük doğum ağırlığı (1) egzema (1) endometriosiz (1) endometrium (1) enfeksiyon (1) erken doğum (1) erken püberte (1) eroin (1) evde doğum (1) gastroşisiz (1) gelir düzeyi (1) genetik hastalıklar (1) hafıza (1) halı (1) hastane (1) hipotiroidizm (1) ilaç (1) ishal (1) istismar (1) iç ortam kirliliği (1) kabakulak (1) kadın sağlığı (1) kadın ölümlülüğü (1) kahvaltı (1) kahve (1) kan kanseri (1) kellik (1) kentsel dönüşüm (1) klamidya (1) kortikosteroid (1) kuduz (1) kuru göz (1) kuru temizlemeci (1) lenfoma (1) maden (1) meme gelişimi (1) mezotelyoma (1) modern yaşam (1) nanoteknoloji (1) neoliberalizm (1) nörolojik hastalıklar (1) parkinson (1) perflorin (1) psikososyal stres (1) psoriasiz (1) ruhsal sorun (1) salmonella (1) sağlık çalışanları (1) sigara (1) silikosiz (1) tek sağlık (1) vaka tanımı (1) yaşlı (1) yaşlı sağlığı (1) özelleştirme (1)