Kamu yöneticilerinin çevreci sayılabilmeleri için çok sayıda ağaç dikmeleri yeterli değil. Çünkü bir çok yerde
mahkemelerin verdiği kararların uygulanması için halkın bizzat
direnişe geçmek suretiyle, kamu yöneticileri tarafından alınmayan
önlemleri alması gerekiyor.
Rio Bildirgesi ve Aarhus Sözleşmesi
gibi uluslar arası belgelere göre bir yörede çevre ile ilgili bir
karar alınırken halkın görüşlerinin karara yansıtılması
gerekli. Ama ne yazık ki ülkemizde hiçbir kamu yöneticisi, yaşam
alanlarını olumsuz etkileyebilecek bir işletmeye izin vermeden
önce yöre halkının görüşlerine başvurmuyor. Karar aşamasında
sesini duyurmak isteyen halkın yapabildiği tek müdahale ise ÇED
toplantılarının yapılmasını engellemek oluyor.
Var olan koşullarda
masum çevreci taleplerin yerine getirilmesi gerçekten mümkün
müdür? Eğer mümkünse, çevreye zararlı olabilecek işletmelerin
faaliyetleriyle ilgili olarak kamu kurumları tarafından mahkeme
öncesi aşamada neden gerekli önlemler alınmıyor? Çevreye
verilebilecek olası zararları önleme çalışması olması gereken
çevresel etki değerlendirme (ÇED) süreci, Türkiye'de neden
formalite olmanın ötesine geçemiyor? Son 10 yıllık dönemde
getirilen çeşitli muafiyetler aracılığıyla ÇED süreci neden
daha da işlemez hale getirilmiştir?